19 Mayıs 2011 Perşembe

Çok özlemişim.

Çok seviyorsun değil mi?
O bir şey anlatırken suratının her bir milimini incelemekten ne dediğini anlamıyorsun.
Bu yüzden hep gülümseyerek cevap veriyorsun.
Bazen aptal olduğunu düşünüyor.
Biliyorsun, umurunda olmuyor.
Hem ona söylesen anlayabilir mi ki?
“Seni izlemekten ne dediğini anlayamıyorum. Gözlerin kelimelerini örtüyor. Dudakların. Parmakların. Saçların.”
Kalabalıkta yürürken, ayrı yürümeyin diye omuzundan hafifçe tutarken neler hissettiğini.
Gece başını yastığının yerine, onun omuzuna koymak için her şeyi verebileceğini nereden bilebilir ki?
Onun kokusundan başka kokuyu istemediğini, burnunu sızlattığını.
Yanına giderken binlerce kıyafet değiştirdiğini, en sonunda eline geçen ilk şeyi giydiğini.
“Nasıl gidiyor?” diye sorduklarında “Kötü gidiyor. Bilmiyor, hiçbir şeyi bilmiyor. Anlamıyor. Hissetmiyor. Öldüğümü göremiyor” demek yerine“İyi gidiyor” deyip geçiştirdiğini ve bunu derken içinde ne fırtınalar koptuğunu.
Bazen yataktan kalkıp, bir bardak su niyetine onun fotoğraflarına baktığını. Susuzluğunu giderdiğini.
En mutlu anlarında yanında olmadığı için eksik hissettiğini.
“Hoşça kal” dediği zaman korktuğunu, daha sonra “Aslında hiç gelmedi ki”deyip korkunu yatıştırdığını.
Kalbini istese, kalbini kanlı kanlı ellerine vereceğini. Canınla birlikte.
Özlediğini.
Köpekler gibi özlediğini.
Bağıracak kadar, kalbini ağrıtacak kadar özlediğini.
Nereden bilebilir ki?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder