9 Mayıs 2011 Pazartesi

Yağmur


Bardak üzerine bardak yuvarlarladığım bir gece daha. Her zaman gittiğim deli dolu insanların bulunduğu bar yerine daha gürültülü, daha ruhuma hitap eden şarkıların çalındığı bir yere gittim. Ben içtikçe daha güzel şarkılar çalınıyordu sanki, daha güzel söylüyordu solist, daha bir güzel hazırlıyordu içkilerimi barmen.
Saat kim bilir kaç olmuştu. Yanımdaki boş sandalyeye kaç farklı insan oturmuştu bu sürede, kaç kere onu arayacak gibi olmuştum, kaç kere çalan şarkıda kendimi kaybedip aramayı unutmuştum. Net değil aklımdaki görüntüler. Çok ışık var, çok gürültü var, çok fazla kayıp ruh var orada. Herkes kendini bulma isteğinde, herkes içip kendini daha da dağıtıyor bulayım derken. Herkes bir parçasını bırakıyor orada, öyle terkediyor orayı.
Bardaki insanlar azalmaya başladı. Sahnedeki grup çoktan inmişti zaten. Müzik yavaşladı. Öyle yavaş şarkılar çalıyordu ki, ve öyle sessizleşmişti ki etraf, korktum. Ne zaman kendimle baş başa kaldığımı hissetsem, ne zaman düşüncelerimi duyabilsem bunu hissederim ben. Onu hissederim kalbimde… Korkardım…
Çantamı ve uzun kabanımı alıp çıktım bardan. Açılan kapıda havanın soğukluğunu hissettim. Kabanımın yakalarını boynuma bastırdım. Aklımda onca şey vardı. İç hesaplaşmalarım, onunla paylaşamadıklarım… Eve kadar yürüyecektim.
Bomboş sokaklarda topuk seslerim yankılanıyor. Şimdiden yolu yarılamışım hiç farketmeden. Oysa adından başka birşey düşünememiştim henüz. Hala kendimde değildim zaten. Yürürken ince topuklarımda yalpalıyor, arada yorulup duvarlara yaslanıyordum. Gideceğim yolu düşünmesem bile ayaklarım otomatik gidiyordu, yürüyen bir ölü gibi…
Ve bir damla düştü gözümün tam altına. Başımı kaldırıp bana kafa tutan o bulutu aradım gecenin zifiri karanlığında. Sanki bana kendim olmam gerektiğini hatırlatırmışçasına, ardarda onlarca damla daha ıslattı yüzümü. O an adam akıllı düşünebildim. Onu ne kadar özlediğimi düşündüm. Oydu benim hayatımın aşkı, oydu hayatımın en güzel dönemlerini yaşatan bana. Ve ben onu unutabilmek için her gece içiyor, ağlayacağım zamanlar kendimden kaçıyordum. Yağmur git gide artıyordu. Hiç bir çekincem yoktu ıslanmaktan. Acaba benim adım neden Yağmur olmamıştı? Kimi zaman bardaktan boşalırcasına güçlü, kimi zaman sicim gibi sakin. Gürlemeye de çalışsa, şimşeklerde çaksa aslında ağlıyordu o da.
Ben de ağlıyordum…
Evin kapısına vardığımda saçlarım yağmurdan sırılsıklamdı. Oysa gözlerimdi okyanuslardan bile ıslak olan. Uzun bir arayıştan sonra anahtarımı çıkardım çantamdan ve nasıl olduysa ikinci deneyişte deliğe uydurdum. Üzerimdekileri çıkardığım gibi yere attım. Çekinmezdik onunla evde öyle dolaşmaktan. Birbirimizi sarar, birbirimizin kıyafeti olurduk o zamanlar. Hala kalbimi sarabildiğine göre çekinmeme gerek yoktu benim de.
Klimayı açıp sıcacık bir kahve yaptım kendime. Mutfaktaki camın kenarına bir sandalye çekip oturdum. Cama vurup duran yapmur damlalarının yansımasını tenimde görebiliyordum. Sanki o damlalar çıplak bedenimde dolaşıyor gibiydi. Siyah beyaz evimi çakan şimşekler aydınlatıyordu. Gülümsedim. O bilirdi gökgürültülerinen korktuğumu, aklına gelmişimdir elbet. Daha aklımdaki düşünceyi tamamlayamamıştım ki sesli bir kıçkırık fırladı boğazımdan. Dudaklarımı dizlerime dayadım, kollarımla bacaklarımı sardım ve rüzgarın sesini çığlıklarımla böldüm. Ağlamaktan yorgun düşene kadar durmadım, güneş ışıkları mutfağı doldurana kadar durmadım, o gelene kadar da durmayacaktım.
Onun olduğu yerde yağmur bile yağmıyordu…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder